Şenlendirme Nedir?

Şenlendirme Nedir? post thumbnail

“Şenlendirme” kelimesi, Selçuklu ve Osmanlı tarihi çalışan akademisyenlerin, toplumsal hayatın özellikle vakıflar ve tekke-zaviyeler ile ilişkili sosyolojik boyutunu anlatan orijinal metinlerde oldukça sık bir şekilde karşılaştıkları, aşina oldukları bir kelimedir. Ancak kelimenin adeta bir kavram olarak geçtiği – esasen zımnen kavramsallaştığı – akademik çalışma ise, hiç şüphesiz Ömer Lütfi Barkan’ın meşhur “Kolonizatör Türk Dervişleri” isimli makalesidir.[1]

Nitekim sadece Barkan’ın makalesinden hareketle değil, aynı zamanda tarihsel bir hakikat olarak da, medeniyetin gelişme süreçleri, zamansal ve mekânsal olarak süreklilik arzeden  “şenlendirme” hamleleri ile ilerlemektedir.

Gerçekten de, Peygamber (sav)’den itibaren gerek İslam medeniyetinin kuruluş ve ilk gelişme safhasında ve gerekse daha sonra Anadolu’daki ikinci medeniyet hamlesinde (Anadolu Selçuklu ve Osmanlı Medeniyet şubelerinde), benzer prensip ve dinamiklerin  etkili ve geçerli olduğu görülmektedir. Filhakika, iktisadi gelişme ve artan nüfus ile beraber ortaya çıkan ihtiyaçlar, imar ve iskan faaliyetlerini tabii olarak zorunlu hale getirmekte; ve bu zorunluluk, yeni “şenlendirme” hamlelerinin önünü açmaktadır. Bu çerçevede öncelikle gayri-meskun mahaller imar edilerek iskana açılmakta, yeni mahalle, kasaba ve şehirler kurulmakta; ve sonra da bu beldeler İpekyolu vb yollar ile birbirlerine bağlanmaktadır.

Öte yandan şenlendirme hareketleri sadece imar ve iskan faaliyetleri ile sınırlı kalmamakta, tabii olarak, bilim, sanat, meslek ve kurumlar manzumesinin güncellenmesinin de (yenilerinin keşfedilmesi, mevcutların gelişmesi) önünü açmaktadır. Esasen, bir başka makalenin konusu olmak üzere kurucu varlık felsefesi olarak “varlığın birliği tasavvuru”nun hayata açılmasıyla meydana gelen şenlendirme faaliyetleri, (ya da temel motoriğini, kuvvet ve kabiliyetlerini; ruhi motivasyonunu, bu felsefeden alarak beslenen hareketler), aynı zamanda, maddi ve manevi eserleriyle birlikte medeniyetin bekasını (ve sürdürülebilirliğini) sağlayacak olan “kültür”ü meydana getirmektedir.

Nitekim Ömer Lütfi Barkan ve Ahmet Kala, Anadolu’daki medeniyet şubelerinin (Anadolu Selçuklu ve Osmanlı) kuruluş dönemlerine  tekabül eden “şenlendirme” hareketlerinin, beylikler dönemi öncesi ve sonrasında kurulan “Ahi” zaviyeleri ve vakıfları vasıtasıyla olduğu konusundan hemfikirdirler. Aşağıda Barkan’da ifadesini bulmuş olduğu üzere, hemen hemen her “Ahi” zaviyesi’nin sözkonusu “şenlendirme” hareketlerinin merkezinde yer aldığı görülmektedir:

Nitekim; tetkimiz kaytlar kısmında görebileceğimiz, 24, 25, 26, 28, 29 ve 217 numaralı kayıtlara göre Anadolu’da tesadüf edilen zaviyelerin çoğunun Osmanlılardan evvelki beyliklerin himaye ve nişanlarıyla kurulmuş Ahi zaviyeleri olması lazım gelir.” ; “Bu gibi eski devirlerden müdevver olmak üzere Saruhanda Ahi Aslan, Ahi Farkun, Ahi Şaban, Ahi Çarpık, Ahi Yahşi ve oğullarına Ahi Yunus, Kandırmış şeyh, Adil şeyh, Duruca Daha, Nusrat şeyh, Saru İsa, Saru şeyh, Kutlu Bey. Kızıl Emeli zaviyelerinin mevcut bulunması da bu hususu teyit eder. Amasya’da ve Tokat’da da aynı şekilde eski devirlerde tesis edilmiş olması muhtemel bulunan pek çok Ahi zaviyesi mevcuttur (198, 199). Nitekim meşhur seyyah İbn-i Batuta da, Ahileri “Bilad-ı Rum’da sakin Türkmen akvamının her vilayet ve belde ve karyesinde mevcut olarak tasvir etmiştir. [2]

Kala da,  Barkan’da olduğu gibi, ilgili eserinde “Ahi” ve “Ahi Evren” vakıflarının farklılıklarına dikkat çekerek uzun bir listesini vermekte ve bu teşekküllerin bulundukları beldeleri hem kültürel ve hem de iktisadi olarak şenlendirmelerinin önemine değinmektedir:

Kır ve şehirlerdeki Ahi vakıfları, tekke ve zaviyelerinin diğer bir hizmet alanı da başta tüccarlar olmak üzere şehir dışından gelen “ebna-i sebil” dedikleri yolculara, misafirlere ücretsiz kalacakları ve dinlenecekleri yer sağlamaktı. Bu yönüyle de Ahiler, özellikle ticaret yolları üzerinde ve şehir merkezlerinde bu hizmeti verecek birçok vakıf, tekke ve zaviye kurarak üretimin ticarete konu olarak tüccarlar eliyle bölgeler arası taşınması ve satışını kolaylaştıran önemli bir destek sağlıyorlardı”. [3]

Barkan ilgili makalesinde devamla, Osmanlı’nın gerek kuruluş ve gerekse gelişme safhalarında, aynı prensipler ve metodla “şenlendirme” hareketlerine devam edildiğine dikkat çekmektedir:

Bu Ahiler ve şeyhler, biraz sonra Osman oğulları zamanında olduğu gibi, bu devirlerde mevcut hak ve imtiyazların ayende ve revendeye hizmet etmek mukabilinde almışlardır (216, 73, 77, 78). Hatta bazıları bu yerlerin kafirin kovup gelüp oralarda yerleşmişlerdir (82, 91).” ; “ İlk Osmanlı padişahları da , aynı ananeyi idame ettirerek mevcut zaviye şeyhlerini muhafaza ettikleri gibi; birçoklarının yeniden yerleşip zaviye açmasına da yardım etmişlerdir. Osman Beyin ve Orhan Gazinin şeyhlerle olan münasebetlerine dair bazı tarihi kaynaklarda gördüğümüz kayıtları yukarıda zikretmiştik. Burada, arazi tahriri defterlerinden çıkardığımız diğer bazı kayıtlara istinaden; bu hanedan şeyh, Ahi ve saire gibi birer dini teşkilata merbut kimselerle olan münasebetlerini takip edeceğiz: Mesela kayıtlar kısmında birçok numunelerini çıkardığımız veçhile, 544 numaralı Bolu evkaf defteri ilk Osmanlı Padişahlarının ve silah arkadaşlarının vakıf ve mülklerini ihtiva etmektedir. Bunlar arasında pekçok şehy, Fa-kih ve Ahi mevcuttur.”[4]; “Bu suretle, Osmanlı Padişahlarını Rumelindeki fütuhatları ve icraatları esnasında da bir takım Ahiler, Şeyhler ile münasebette görüyoruz. Aynı teşkilat, aynı akın Rumeline de geçmiş ve kendisine mahsus usullerle oraları da Türkleştirmeğe, İslamlaştırmaya ve imar etemeğe çalışmağa koyulmuştur”.[5]

Nitekim Kala, İslam Medeniyeti Ansiklopedisi’nde (www.İslampedi.org.), gerek Osmanlı öncesi ve gerekse Osmanlı’nın kuruluş ve gelişme dönemlerini de ihtiva etmek üzere, vakıflar ve zaviyeler aracılığıyla yapılan “şenlendirme” hareketlerini “Vakıflar Aracılığıyla Şenlendirme” başlığı altında yayınlamaya devam etmektedir. [6] Mütevazi bir akademik girişim olarak bu kavram, Kala’nın kurucu başkanı olduğu Vakar (Vakıf Araştırmaları Merkezi) tarafından İ.Ü.’nde 28 Ocak 2013 yapılan “Vakıflar Aracılığı ile Şenlendirme” konulu sempozyumda kullanılmıştır (bkz. www.vakar.org.).

Barkan’ın meşhur makalesinden aşağıya alıntılamış olduğumuz; ve değişik isim ve sıfat ekleriyle geçmekte olan “şenlendirme” kavramının, çok şümullü bir başka çalışmanın konusunu teşkil etmekte olduğuna hiç şüphe duymamaktayız:

Demek oluyor ki, Allah’ın dağında böyle asayişin temini için şenlendirilmesi lazım gelen bir derbend yerinde zaviyeyi tesis ve köy vücude getirilmiş olan bu Bektaşi şeyhleri aynı zamanda hizmetleri takdir edilen jandarmalar, dağ başlarında emniyeti temine kadir tabiaatta insanlardır”. [7]

Aynı şekilde, akraba ve taallukatiyle gelib bir mıntıkayı şenlendiren, köyler tesis eden, derbendleri bekliyen, köprüler, cami ve değirmenler kuran ve ancak bu gibi hizmetleri mukabilinde kendilerine şeyhlik rütbesi verilen ve muafiyetler bahşedilen sahib-i velayet ve keramet şahsiyetlere ait daha birçok misaller zikretmek, bizim için mümkündür”.[8]

Aynı şekilde (203) numaralı kayıtta da, yol üzerinde olduğu halde otuz kırk yıldan beri harab olan bir yeri aşiretlerden adam bulub şenlendirmek şartile Sinan Beye kadimlik ve Yurtluk olarak ve oturub şenlik olmasına sebeb olsun maksadile vermişlerdir.[9]

(141) numaran kayıtta da, Akça Kurum demekle maruf bir zemin üzerinde bir takım muafiyetlerle toprağı işleyen sadat görülmektedir. Diğer bir köy de yine şenlendirilmek şartiyle dervişlerin elindedir (202).[10]

Görülüyor ki; zaviyelerin pek çoğu boş toprak bulmak ve kendilerine yer ve yurt edinmek için gelib yeni açılan Rum memleketlerine yerleşen muhacirler tarafından kurulmaktadır. Filhakika, yeni açılan veya boş bulunan bu topraklar üzerinde zaviyelerin tesisi oralarını şenlendirmek, imar ve iskan etmek hususunda büyük bir rol oynamaktadır.[11]

Diğer taraftan, devlet için malum birçok zaviyelik yerler boş ve harab olduğu zaman, oralarını tekrar şenletmeğe ve zaviyeyi işletmeğe iltizam edenlere tekrar verilmektedir.[12]

Sivas taraflarında yol üzerinde ‘memerrinasta’ ‘mahalli hatar’ bir takım viraneleri ‘şenledüb ve zaviye bünyad idüb ayende ve revendeye hitmet itmeğe’ bir takım dervişler ‘iltizam’ etmişlerdir (152). Çorumlu livasında; ‘haric-ez-defter’, ‘mahuf ve tahaffuzu vacib’ bir yerde Mezid Fakih bir mescit ve bir karbansaray bina idüb şenlenmek için gelecek halka bir takım, muafiyetler bahşedilmesini temin etmiş bulunduğundan.[13]

Nitekim Bursa civarında da Samit Dede isminde bir derviş Bursa ile İnegöl arasında Aksu kenarında böyle karbansaraylı bir merkezi idare etmektedir. Bu yeri kendisinden evvel Çiçek Dede şenletmiştir (88, 65).[14]

… diğer bir misal de Erzincan evkaf kanununda bulunmaktadır. Bu kanunun muhtelif maddelerinde uzun süren harbler neticesinde harab olan bir memleketi şenlendirmek, asayiş ve emniyetini temin ederek halkı celb edebilmek için düşünülen tedbirler arasında”.[15]

Yukarıda Barkan’ın gerek kendi ifadeleri ve gerekse kaynaklardaki orijinal belgelerden doğrudan alıntılamış olduğu cümleler içinde geçen “şenlendirme” kavramının; sosyoloji ile de pek yakından alakalı olmak üzere, özellikle gelişme ve kalkınma iktisadı çalışan akademisyenlere, oldukça farklı ufuklar açabileceğini düşünmekteyiz. İnanç ile iktisadi hareket, (ya da gayesi “inanç” olan iktisadi hareket), bu kavramda adeta iç içe, bir arada ve birlikte kodlanmakta ve böylece adeta yeni bir terkibe ulaşılmaktadır. Öte yandan kadim medeniyet tarihini belirleyen yeğane unsurun Tevhid inancı olduğu düşünüldüğünde, “şenlendirme”, ikinci medeniyet hamlesi’nde ve özellikle de bizim coğrafyamızda (Anadolu) doğmuş bir kavram olarak, ayrıca önem arzetmektedir. Bu kavram, şenlendirme, alelumum manasıyla,  Tevhid inancı’nı (ve bu inanç’ın bir yorumu olarak “varlığın birliği” tasavvuru’nu) gaye edinen iktisadi (ve pek tabii toplumsal) hareketi açıklamaktadır.

Ve yine, kadim metinlerde geçen “şenlendirme” kelimesi ile aynı zamanda,  gayesi O’nun rızasını kazanmak olan imar ve inşa süreçleri; ve bu süreçlerdeki, Tevhid inancının prensiplerine göre gerçekleştirilen “iyi”leştirme, “yeni”leme ve “güncelleme” (klasik iktisat teorisinin kavramları ile “ilerleme, gelişme ve kalkınma”) faaliyetleri kastedilmektedir. Öyleki, böyle bir “farkında olma- güncelleme” idraki ile proses edilen gelişme, kültürün sadece maddi-fiziki boyutlarını değil; aynı zamanda “manevi” yönlerini de inşa etmektedir. Medeniyet ve kültür, böylece, maddi ve manevi boyutlarının her ikisiyle birlikte, dengeli bir şeklide, denge şiarı  üzerine doğmakta, ve mütemadiyen, denge idraki ile gelişmektedir.

Böyle bir tasavvurla ve mütemadiyen “denge” idrakiyle beslenen “şenlendirme” faaliyetleri, en nihayetinde hayatın (ve dolayısıyla da medeniyete ait kültürün) maddi ve manevi olan düalist karakterini tasfiye etmekte; ve böylece sosyoloji, beşer ve varlık, İslam’a (vahdet ve barışa; sükunet ve huzurun olduğu yeni bir denge noktasına), yani varoluş keyfiyeti daha “insani” olan yeni bir sentez’e kavuşmaktadır.

Bu senteze ulaşırken, şenlendirme kelimesinin etimolojisinin ihata ettiği mâna, ve kelimenin kullanışlı ve fonksiyonel olması, şüphesiz oldukça belirleyicidir. Nitekim kelimenin kökenleri incelendiğinde, kelimenin sadece ihata etmekte olduğu “mana”nın değil, aynı zamanda “etimolojisi”nin de diğer benzer kavramlara olan üstünlüğü hemen farkedilmektedir. Şöyleki;

Farsça bir isim olarak “şen” kelimesinden türetilen bu fiilin isim olarak manası, göze ve gönle hoş görünen hal[16] anlamına gelmektedir. Bu yönüyle bu kadim kelimenin, “göz” ile maddi olan bu dünya hayatını; ve “gönül” ile de manevi olan öteki (gerçek) hayatı birlikte kavradığını; ve bir fenomen olarak ortaya çıktığında ise, sadece birine değil, her iki hayat tasavvuruna da “hoş” gelen durumu (varoluş halini, keyfiyetini) tarif etmek üzere kullanıldığını söyleyebiliriz.

Buradan hareketle, “şen” den türeyen bir fiil olarak “şenlendirme”, insanın hem bu dünya hayatını (yani, göz ile sembolize edilen maddi hayatını) ve hem de öteki hayatını (yani, gönül ile sembolize edilen manevi hayatını), her ikisini birden aynı anda, “hoş”, arzu edilir, kabul edilir, murad edilir bir hale getirebilmek amacıyla yapılan faaliyetler olarak anlaşılmaktadır.

Filhakika, Osmanlı devletinin kuruluş şartlarının incelendiği Barkan makalesinde; ve gerekse bu makalede kaynakça olarak istifade edilen yüzlerce yıllık orijinal belgelerde oldukça sık bir şekilde geçen bu kavram; kadim bir tarihi “kelime-kavram” olarak, sadece “kuruluş” aşamasını değil, aynı zamanda, maddi ve manevi unsurlarıyla beraber medeniyetin daha sonraki oluşum ve gelişim aşamalarını; ve bu aşamalardaki sosyolojiyi de ihata etmektedir.

Bu çerçevede, gayri-meskun bir mahallin iskan edilir bir hale getirilmesine ya da mevcut bir şehrin geliştirilmesine “şenlendirme” kavramı ve kavrayışı (idraki) ile yaklaşıldığında, caminin yanında (yani kültürün, esas itibariyle insanın manevi (uhrevi) ihtiyaçlarını karşılayan bir unsurunun-eserinin yanında),  mutlaka bedesten ve çarşının (yani maddi (dünyevi) ihtiyaçları karşılayan bir unsurun); ve benzer şekilde, medresenin yanında da, mutlaka tekke ve zaviyenin bulunması (ya da aranması) gerekecektir. Ve nitekim tarihi örnekleri ile İslam şehri de (şehirleri), kültürel hayatın sayılan bütün bu maddi ve manevi umdeleri (eserleri) arasında ki ahenk (denge) ile tebarüz etmiştir. Ve hiçşüphesiz vakıflar, kültürün maddi ve manevi (dünyevi ve uhrevi) kurumlarının her ikisini birden dengeli bir terkiple ihata eden; ve bunları değişen toplumsal ihtiyaçlar karşısında Tevhid inancına ve İslam’a doğru sürekli güncelleyen (ve aynı zamanda sürdürülebilir olmalarını sağlayan) yapılarıyla, sözkonusu sentezin en önemli ve vazgeçilmez unsuru olmuşlardır.

Nitekim Peygamber (sav) Medine’ye girişinde, sahibi yetimlere ait olan boş bir araziyi tercih etmiş; ve  Mescid-i Nebevi’yi bu arazi üzerinde inşa ederek, hem bu gayri-meskun araziyi ve hem de yetimlerin gönüllerini şenlendirmiştir.[17] İnşa edilen ilk mescidin hemen yanında ve bir tente altında ilk medrese kurulmuş, Peygamber (sav) ile kardeşleşen Ashab-ı Suffa (çadır ehli), bu medreseyi ilim ve irfan ile şenlendirmiştir.[18] Medeniyetin başlangıcı olarak kabul edilen aynı tarihi olayın hemen akabinde, Medine’de ilk Müslüman pazarı, mevcut pazarın içinde değil, benzer şekilde gayri-meskun bir arazi üzerinde ve kendi “Tevhidi” kuralları ile kurulmuştur. Ve en nihayet, tefekkür ile bir hikmet olarak daha Peygamber (sav)’ın sağlığındayken keşfedilen ve hayata geçirilen vakıf kurumu, gelecekteki  şenlendirme hareketlerinin temel dinamiği olarak bu terkibi tamamlamıştır.

[1]Ömer Lütfi Barkan, “İstila Devirlerinin Kolonizatör Türk Dervişleri ve Zaviyeler”, Vakıflar Dergisi, s.II, Ankara, 1942, s.279-304.

[2]Barkan, a.g.m., s. 292.

[3]Ahmet Kala, Debbağlık’tan Dericiliğe: İstanbul Merkezli Deri Sektörünün Doğuşu ve Gelişimi, Zeytinburnu Belediyesi Kültür Yayınları No:27, İstanbul, 2012, s. 64.

[4]Barkan, a.g.m., s. 292.; Barkan ilgili tahrir defterlerinden devamla örnekler vermektedir: “Bundan başka (224, 225) numaralı kayıtlar da gerek Osman ve gerek Orhan Gazinin bu gibi şahsiyetlere verdiği mülklerden bahsetmektedir. Nitekim (46) numaralı kayıd da, Ezine kasabasını Süleyman Paşanın Ahi Yunus’a vakf ve kendisini her türlü tekaliften muaf kılmış olduğunu; şehrin sahibinin ise artık kendisine ait olan bu şehrin varidatını gelen geçene hizmet edilmek üzere zaviyesine vakfetmiş bulunduğunu göstermektedir. Aynı Süleyman Paşa zamanında Gelibolu Hacı İzzeddin isminde bir zat Hüdavendigadın başı sadakası olarak Ümit Viranını ve Kavak’daki bağı yanında çiftlini ile Kavak ahisine, Emir İlyas çiftiliğini ise İshak Fakihe vakfetmiştir (192).” Barkan, a.g.m., s. 292.

[5]Barkan, a.g.m., s. 292-293.; “Mesela, (195/4) numaralı kayıtlarda mevzuubahis Ahi Musa ailesine Gelibolu’da bahşedilen imtiyazlar ve arazi bu hususta tetkika şayandır. Ellerinde bulunan ve 767 tarihinde tanzim edilmiş olan vakıfname mucibince ; bu ailenin mülkü evlatlık vakıf olarak Ahi Musa’nın evladına ve evladı inkıraz bulduktan sonra akrabalarından veya köylülerinden her kime Ahilik icazeti verilmişse ona; şart konulmuştur.” Barkan, a.g.m., s. 293.

[6]Vakıf Araştırmaları Merkezi’nin (VAKAR) kuruluş gayeleri ve yürütülmekte olan çalışmalar için bkz. www.vakar.org.; ayrıca “şenlendirme” hareketleri kapsamında araştırılan vakıflar için bkz. www.İslampedi.org.

[7]Barkan, a.g.m., s. 293.

[8]Barkan, a.g.m., s. 296.

[9]Barkan, a.g.m., s. 296.

[10]Barkan, a.g.m., s. 296-297.

[11]Barkan, a.g.m., s. 297.

[12]Barkan, a.g.m., s. 300.

[13]Barkan, a.g.m., s. 300.

[14]Barkan, a.g.m., s. 300.

[15]Barkan, a.g.m., s. 301.

[16]Ferit Devellioğlu, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lugat, Aydın Kitabevi, Ankara, s. 989.

[17]Lütfi Bergen, Medeniyet –Müslüman Toplumsallığın inşası- , MGV yayınları, Ankara, 2014.

[18]Ekrem Ziya Umeri, Medine Toplumu, Risale Yayınları, Büyük Eserler Dizisi, No:2, İstanbul, 1988, s. 69.

Kategoriler: